Prof.Dr.Halil Nadaroğlu

Prof.Dr.Halil Nadaroğlu

Gelir Vergisi, Esnaf Vergisi, Kurumlar Vergisi ve Vergi Usul Kanunu’nun 1950 yılında yürürlüğe girmesiyle ülkemizde büyük bir vergi reformu hareketi başlamıştır. Bu hareketin devamında maliye ve vergi tarihimizin en önemli olaylarından birisi olan “Vergi Reform Komisyonu”, 1961 yılında kurularak faaliyetine başlamıştır. Vergi Reform Komisyonu’nun görevleri, Vergi Reform Komisyonu Raporlarının önsözünde şu şekilde ifade edilmiştir: “…yeni vergilerin bozulan taraflarını düzeltmek ve bilhassa girişilen reformu korumak, tamamlamak, ileri götürmek, değişen şartlara ve münasebetlere intibak ettirmek üzere, kompetan bir reform heyetinin devamlı ilmi çalışmalarına ihtiyaç duyulmuş ve bu misyonu ifa etmek üzere, İstanbul’da 1961 yılında tam selâhiyetli Vergi Reform Komisyonu kurulmuştur”. Böyle önemli bir işlev üstlenen Komisyon, 1972 yılına kadar 11 yıl kesintisiz olarak faaliyetini sürdürmüştür. Vergicilik tarihimizde önemli bir yeri olan Vergi Reform Komisyonu ve bu Komisyonun kuruluşundan sona erişine kadar başkanlığını yapan Ali Alaybek hakkında, uzun yıllar bu Komisyonun üyeliğini yapan ve çalışmalarına aktif olarak katılan Profesör Dr. Halil Nadaroğlu ile yapılan söyleşi, o günlerin heyecanını dinamizmini ve idealizmini bizim de duyumsamamızı sağladı. Konuyla ilgilenenlerin de aynı duyguları paylaşacağını umuyoruz.(*)

Vergi Reform Komisyonu’nun kuruluş nedenleri nelerdir? Neden böyle bir harekete gerek duyuldu?

http://www.vdk.gov.tr/hukweb/images/hnadaroglu2.jpg
Yasama Organında 1949 yılında kabul edilen Gelir Vergisi, Esnaf Vergisi, Kurumlar Vergisi ve Vergi Usul Kanunu’ndan oluşan mali reform kanunları manzumesi, 1950 yılında yürürlüğe girmiştir. 1953 yılında Tahsili Emval Kanunu’nun yerini alan Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanunu da bu kategoride mütalaa etmek gerekir. Bu dönemde Gelir Vergisi Reformunu gerçekleştirmek hiç de kolay olmamıştır. Çeşitli değişiklikler ve zamlar sebebiyle içinden çıkılmaz bir hal almış bulunan randıman vergisi niteliğindeki Kazanç Vergisi’nin yerine çağdaş ve ileri bir vergi olan şahsileştirilmiş artan oranlı üniter gelir vergisinin konulmasına şiddetle karşı çıkan tutucu bazı çevreler, bu verginin nazi ve faşist vergisi olduğunu dahi iddia etmişlerdir. Gelir Vergisi’nin hazırlanması ve kabul edilmesi hususlarında başından sonuna kadar büyük emeği geçen ve davanın en hararetli savunucusu olan Ali Alaybek ile bu konudaki çalışmalarda kendisini destekleyen ve bilimsel katkılarda bulunan Neumark’ın 1950 büyük mali reformundaki payları gerçekten unutulamaz niteliktedir. 1950-1960 döneminin büyük reformları 1956 yılında kabul edilip 1957 yılında uygulanmasına başlanılan Gider Vergileri ile tamamlanmıştır.

Bu süreçte yer alan en önemli olumsuzluklardan birisi, tarım kesiminin gelir vergisi kapsamı dışında bırakılmasıdır. Tarım kesiminin Gelir Vergisi dışında bırakılması ne yazık ki basit bir başlangıç kusuru değildi. Kanımızca, politik sebepler, özellikle 1950 seçimlerindeki oy endişesi, çerçevesinde teknik mazeretler ileri sürülmek ve asıl niyet gizlenmek suretiyle gerçekleştirilmiş bir tasarruf idi. Bunun teknik gerekçesi, tarım kesimindeki yükümlülerin gelir vergisi uygulamasına intibak edecek gelişmişlik düzeyinde bulunmaması olarak açıklanıyordu.

1950’den 1960’a kadar devam eden on yıllık dönem, tamamen yeni ve modern bir hüviyete kavuşan Türk Vergi Sistemi için bir tecrübe ve gözlem devresi olmuştur. Hemen ifade edeyim ki, sözü geçen dönemde katedilen büyük aşamaya rağmen, 1960’larda ısrarla Türk Vergi Sistemi’nin yine de yeni bir reforma muhtaç bulunduğundan söz ediliyordu. Bunun en büyük nedeni, vergi gelirlerinde meydana gelen artışın yeterli olmadığı, vergi yükünün adil bir şekilde dağıtılamadığı eleştirileriydi. Vergi yükünün bütün ağırlığının vergi kaçırma imkanı bulunmayan ücretliler ile vergisini dürüst olarak ödeyen az sayıdaki yükümlünün sırtına yüklendiği yönünde oldukça yoğun eleştiriler geliyordu. Oysa, 1951’de 209, 2 milyon TL olan Gelir Vergisi hasılatı 1960’da, 1.831, 8 milyon TL’ye; sözü geçen verginin Devlet gelirleri içindeki nispi payı da % 15, 4’den % 28, 9’a yükselmişti. Buna rağmen, yaygın bir kanıya göre vergi hasılatında meydana gelen artış yeterli değildi. Bunun yanısıra vergilerin “bir maliye politikası aracı olarak iktisadi kalkınma amacı doğrultusunda daha etkin bir şekilde kullanılması” gerektiği yönündeki istekler de yeni bir vergi düzenlemesi ihtiyacını artırıyordu. Sonuç olarak, 1960 yılının sonunda Gelir Vergisi Kanunu ve Vergi Usul Kanunu yeniden yazılmaya başlandı. Aynı dönemde Kurumlar Vergisi Kanunu’nda da önemli değişiklikler yapıldı. Sözü geçen girişimlerin amacı bir yandan toplam vergi gelirlerinde bir artış sağlamak, öte yandan da vergi yükünü daha adil bir şekilde dağıtmak idi. Bu amaçlarla getirilen tedbirlerin başlıcaları, evvelce politik nedenlerle vergi dışında bırakılan tarım kesiminin Gelir Vergisi Kanunu içinde vergilendirilmeye başlanmış olması ve vergi kaçakçılığını önlemek amacıyla bir güvenlik tedbiri olarak “servet beyanı” müessesesinin getirilmiş olmasıdır.

Vergi kanunlarında yapılan sözü geçen değişiklikler o tarihlerde büyük tepkilerin doğmasına sebep olmuştur. Özellikle servet beyanı müessesesi 27 Mayıs İhtilali ortamında fevkalade büyük reaksiyon ve korku yarattı. Servet beyanı aslında beyanın

doğruluğunu kontrole yarayan bir sistem olmasına rağmen, İhtilal ortamında her şeye el konulacak şüphesi getirdi. Aslında iyi niyetli girişilmiş bütün bu çabaların en önemli kusuru çok aceleye getirilmiş olmasıdır. Hiç bir araştırmaya ve danışmaya dayanmadan büyük bir acele ile yeniden yazılmış kanunlarda hata yapmamak esasen mümkün olamazdı. Nitekim, kısa bir süre sonra önemli sayılabilecek bazı değişiklikleri gerçekleştirmek kaçınılmaz bir hal almıştır. Bu koşullar karşısında, devrin Maliye Bakanı Kemal Kurdaş, vergi sistemini bütünüyle incelemek ve önerilerde bulunmakla yükümlü bir Vergi Reform Komisyonu’nun 1961 yılında İstanbul’da çalışmalara başlamasını uygun görmüştür.

Vergi Reform Komisyonu’nun kompozisyonu nasıl belirlendi?

Vergi Reform Komisyonu 15 kişiden oluşmaktaydı. Komisyon Başkanı sürekli olarak Ali Alaybek’di. Üye kompozisyonu süreç içinde sürekli değişmekle beraber genellikle 4 Hesap Uzmanı, 4 Maliye Müfettişi ve 6 Odalar Birliği ve Üniversite temsilcisinden oluşmaktaydı. Hatırladığım kadarıyla bu Komisyonda sürekli görev yapan iki kişi, Adil Yücefer ve Orhan Güreli’dir. Her ikisi de Ali Alaybek Bey’in yakın dostu olup, sağ ve sol elleri gibi çalışmakta, sürekli yanında bulunmaktaydılar. İlhan Uçkun da başlangıçta Maliye Bakanlığı temsilcisi olarak yer alırken sonradan Hesap Uzmanlığından ayrılmış ve Odalar Birliği temsilcisi olarak Komisyonda yer almıştır. Zaman içinde Üyelerde değişiklikler olmasına karşın çalışmalarda en küçük bir aksama olmamıştır. Komisyon’un üyeleri Maliye Bakanlığı tarafından Ankara’da belirleniyordu. Ali Alaybek de dahil olmak üzere Komisyon’da çalışan üyelerin hiç biri üye belirlemesine karışmadılar.

Vergi Reform Komisyonu sürekli İstanbul’da mı toplandı? Komisyon’da İstanbul dışından üyeler var mıydı?

http://www.vdk.gov.tr/hukweb/images/hnadaroglu3.jpg

Vergi Reform Komisyonu, sürekli olarak Hesap Uzmanları Kurulu’nun İstanbul’da Necatibey Caddesi’nde 59 numaradaki Grup binasında toplandı. Toplantıları 2. katta kütüphanenin yanındaki geniş toplantı salonunda yapıyorduk. Toplantılar haftada 2 kez yapılırdı. Komisyon’da İstanbul dışından üyeler de vardı. Bunlar toplantı günlerinde İstanbul’a gelirlerdi. Ankara’dan gelenler arasında şu anda aklıma Adnan Başer Kafaoğlu geliyor. Kendisi tüm toplantılara Ankara’dan gelirdi. Ankara’dan gelen başka üyeler de vardı, ancak çoğunluk İstanbul’dandı. Hesap Uzmanı ve Maliye Müfettişi olarak Komisyonda yer alan üyeler, bu görevleri sırasında başkaca bir iş, inceleme yapmaz, turneye çıkmaz, sadece Komisyon’daki görevleriyle ilgilenirlerdi

Komisyon’daki tartışmalarda Ali Alaybek’in üyeler üzerindeki etkisi nasıldı?

Komisyonda üyeler arasında zaman zaman farklı görüşler çıkabiliyordu. Ali Alaybek, bilgisi ve davranışlarıyla olağanüstü bir kişilikti. Görüşleri üzerinde kesinlikle baskı yapmaz, karşı görüşlere de son derece saygılı davranırdı. Burada sizlere iki anımdan bahsetmek istiyorum. 1967 yılında Ali Bey, ekolojik harcamaların Gelir Vergisi Kanunu kapsamında gider olarak kabul edilmesi önerisini getirdi. Bu öneri karşısında bir üye “böyle önemsiz konuların Gelir Vergisi Kanunu’na dahil edilerek yapının bozulmaması gerektiği” şeklinde biraz sertçe bir görüş bildirdi. Ali Bey manolya gibi dokunulduğunda solan çok nazik bir adamdı. Bu çıkış karşısında hiç sesini çıkarmadı. O sırada Komisyonda herkes fısıldayarak ekoloji ne demek diye birbirine soruyordu. 20 yıl sonra bu sert çıkışı yapan arkadaşla bir kez daha karşılaştık. Kendisi bana, “Hocam, ben o gün çok sert bir eleştiri getirmiştim, ama ekolojinin ne demek olduğunu ben de bilmiyordum. Şimdi ekolojinin önemi arttıça, gündeme geldikçe vicdan azabı duyuyorum” dedi.

Vergi Reform Komisyonu’nda çalışmalar genellikle konular itibariyle paylaşım yapılarak sürdürülüyordu. Konuyu hazırlayacaklar, kaleme alacaklar önceden belirleniyordu. Bu çalışmalar sırasında bir konu Ali Bey ile bana gelmişti.

Benim Ali Bey’e danışarak hazırladığım ön rapor, müzakereler sonunda tamamen aksi istikamette gelişti. Bizim öneriler reddedildi, başka öneriler getirildi. Ben çok sinirlendim ve “ ben bunu yazmam, kaleme almam” dedim. Ali Bey bana döndü ve “biz aynı şeyi paylaştık ve savunduk ama azınlıkta kaldık. Şimdi bu tür çalışmalarda yapılması gereken şey azınlıkta kalsan dahi, katılmadığın şeyi bir Komisyon kararı olarak kendi tezinmiş gibi, katıldığın bir kararmış gibi çok daha güçlü olarak savunmak ve yazmaktır” dedi. Bu benim için çok büyük bir dersti.

Vergi Reform Komisyonu’nun çalışmaları diğer çevrelerden nasıl tepki gördü?

http://www.vdk.gov.tr/hukweb/images/hnadaroglu4.jpg
isyon başta Parlamento olmak üzere ilişkili olduğu bütün birimlerle genelde uyum içinde çalıştı. Tartışma yaratan en önemli olay, Devlet Planlama Teşkilatı’nın Komisyona bir tepki olarak gerçekleştirdiği çalışma ve bu çalışmayı içeren gizli raporu olmuştur. O zaman DPT’nin müsteşarı eski bir Hesap Uzmanı idi. Aynı dönemde Vergi Reform Komisyonu’nun raporları yayınlanmaya başlayıp, oldukça büyük bir ilgiyle karşılanmıştı. Hatta Meclis’teki Vergi Komisyonu, Vergi Reform Komisyonu’ndan geçmeyen tasarıyı görüşmüyordu. DPT bu duruma tepki gösterdi. DPT’nin yaklaşımı daha koyu bir devletçilik yönündeydi. Bazı akademik çevrelerden de DPT’ye destek vardı. Bu dönemde DPT Dünyaca ünlü Macar kökenli iktisatçı Nicholas Kaldor ile irtibata geçti.

Kaldor, Macaristan’daki rejim değişikliğinden sonra Macaristan’ı terk eden, Cambridge Üniversitesi’nde iktisat kürsüsünün başkanı olan, aynı zamanda İşci Partisi’nin danışmanlığını yapan çok değerli bir iktisatçıydı. DPT, Kaldor’un 20 gün Türkiye’de kalarak bir rapor yazmasını sağladı. Kaldor, bu çalışması sırasında sadece DPT ile temas etti, onların verdiği bilgileri değerlendirdi. Hazırlanan rapor, gizli kaydıyla zamanın Başbakanı İsmet İnönü’ye verildi. Rapor gizli olmasına rağmen bir hafta içinde bir çok insanın eline geçmişti.

Kaldor çok büyük bir iktisatçıydı, sıradan bir adam değildi, ama hazırladığı rapor büyük tepki topladı. Özellikle, tarım kesimi için önerdiği, potansiyel hasıla üzerinden artan oranlı vergi alınması görüşü çok eleştirildi. Kaldor, bu konuda, matrahı her bir bölgenin ve her bir arazi tipinin ortalama safi zirai hasılası olan artan oranlı bir verginin uygulamasını önermiştir. Önerilen bu vergi, herhangi bir toprak parçasının fiili hasılatından ziyade tahmine dayalı potansiyel hasılasını esas almaktaydı.

Potansiyel hasıladan kastedilen husus, toprağın ortalama bir etkinlikle işletilmesi halinde yaratacağı hasılaydı. Burada, ekilmeyen boş arazi üzerinden de vergi alınması gerektiği, bu vergiyi ödeyemeyenlerin topraklarını satmak zorunda kalacakları ve böylece toprak reformunun doğal bir akış içinde gerçekleşeceği iddia ediliyordu. Bu rapora karşılık olarak Ali Alaybek 30 sayfalık bir cevap yazısı hazırladı. Bu cevap yazısı 6 ciltlik Vergi Reform Komisyonu Raporlarının içinde de vardır. Ali Bey cevap yazısında, “Türkiye’de arazi kadastrosunun olmadığını, arazinin vasat bir etkinlikle ekilmiş olması durumunda getireceği farzedilen potansiyel gelir üzerinden nasıl vergi alınabileceğinin hesaplanmasının mümkün olmadığını; toprak reformunun bu şekilde yapılması iddiasının tamamen Türkiye’nin koşullarını bilmemekten kaynaklandığını, zira vergi ödeyememe nedeniyle arazi satışına gidilmesi halinde, alıcıların yoksul çiftçilerden ziyade daha büyük toprak sahipleri olacağını” belirtti. İhtilaf büyüyünce zamanın Başbakanı İsmet İnönü, Avrupa Prodüktivite Merkezi’nden Türkiye’ye uzman gönderilmesini istedi. Bunun üzerine 2 kişilik bir heyet Türkiye’ye geldi ve iki buçuk ay burada kaldılar. Bu iki kişiden Profesör Schmölders iyi bir finans uzmanı ve Köln Üniversitesi’nin dünyaca ünlü hocasıydı.

Diğer kişi Profesör Senf, International Institute of Public Finance’in Genel Sekreteri ve aynı zamanda Saarbruken Eyaleti’nin Maliye Bakanıydı. Bu çalışmaların finansmanı da tamamen Avrupa Prodüktivite Merkezi tarafından sağlandı. Bu heyet, çalışmaları sırasında Vergi Reform Komisyonu ile Maliye Bakanlığı ile Odalar Birliği ile DPT ile üniversiteler ile temas etti, toplantılar yaptı. İnceleme ve toplantılar sonunda da bir rapor düzenleyip İsmet Paşa’ya verdiler. Bu rapor Maliye Bakanlığı’nın arşivlerinde vardır.

Esasta olumlu görüşler içeren bu raporda bir takım eleştiriler ve öneriler de vardı. Eleştirilerden birisi, “Türkiye’de vergi rezervlerinin büyük ölçüde dolaylı vergilerde ve özellikle de akaryakıttan alınan vergilerde olduğu, bunların da yeterince vergilendirilmediği” yönündeydi ve zaman onların haklı olduğunu gösterdi. Vergi Reform Komisyonu açısından ise raporda oldukça olumlu saptamalar vardı. Hatta Vergi Reform Komisyonu’nun örnek olarak alınması için Birleşmiş Milletler’e teklif götürüleceği de raporda yer alan bir husustu. Bütün bu olayların sonunda İsmet Paşa bu işle ilgili olarak bir toplantı düzenledi. Vergi Reform Komisyonu’ndan Ali Alaybek bu işle ilgili olarak Ankara’ya gitti. Ali Bey İstanbul’dan ayrılmayı hiç sevmezdi. Bu toplantıya gidişi istisnai olarak İstanbul’dan ayrıldığı olaylardan birisiydi. Toplantıya DPT’den yetkililer de geldi. Toplantının sonunda İsmet Paşa tercihini Vergi Reform Komisyonu’ndan yana koydu. Bunun üzerine Müsteşar da dahil olmak üzere DPT’nin üst kademe yöneticileri istifa ettiler.

Birkaç yıl sonra Kaldor ile Budapeşte’de İktisatçılar Toplantısı’nda bir kez daha karşılaştık. Şayet yanlış hatırlamıyorsam, Memduh Yaşa ve yanılmıyorsam Orhan Dikmen de vardı. Bir ara Kaldor söz aldı ve iki sene evvel Türkiye’ye gidip bir takım tetkikler yaptığından bahsetti ve bazı tespitlerde bulundu. Bunun üzerine Neumark, Kaldor’a “siz Türkiye’ye kaç defa gittiniz?” diye sordu. Kaldor, “bir kez” cevabını verdi. Neumark, “orada kaç gün kaldınız?” diye bir soru daha sordu. Kaldor, “20 gün” cevabını verdi. Bunun üzerine Neumark, “Ben 21 sene kaldım. Türkçe’yi mükemmel öğrendim. Türkçe kitaplar yazdım. Ülkenin koşullarını çok iyi bilirim ama sizin yaptığınız tespitleri yapma cesaretini kendimde bulamam” dedi.

Vergi Reform Komisyonu raporlarında dikkat çeken bir durum, bir çok konuda diğer ülke uygulamalarından örnek verilmesi. Bu çalışmalar için oldukça geniş araştırma ve güncel kaynağa ihtiyaç olduğu açık. O günkü koşullarda bu kaynak ihtiyacı nasıl çözüldü?

http://www.vdk.gov.tr/hukweb/images/hnadaroglu5.jpg
Ali Alaybek, Almanca ve Fransızca’ya fevkalade hakimdi. İngilizce’yi de mesleğini takip edecek kadar biliyordu. Yabancı ülkelerdeki uygulamayı sürekli çok yakından takip ediyordu. Kendisi evinde de çok büyük bir kütüphaneye sahipti ve burada bir çok yabancı dilde yazılmış kitabı vardı. Vergisel ve ekonomik konulardaki gelişmelere çok hakimdi. Bunun dışında güncellik açısından yabancı yayınlara abone olmuş olabilir, bunu ben de bilmiyorum. Ali Bey’in dışında dil bilen akademisyen olarak ben de vardım. Ayrıca, İlhan Uçkun’un da çok iyi Fransızcası vardı ve kendisi çok parlak bir zekaydı. Kuşkusuz yabancı dil bilen diğer üyeler de vardı.

Vergi Reform Komisyonu’nun faaliyetine 1972 yılında son verildiğinde, Komisyon işlevini tamamlamış mıydı, yoksa bir süre daha faaliyette bulunması yararlı olur muydu?

Komisyon faaliyetine devam edebilirdi, ama o zamanki şartlar kuruluştaki şartlara göre çok farklı hale gelmişti. Ali Bey faktörü çok önemliydi. Ali Bey emekli olmuştu ve artık Maliye Bakanlığı kontenjanından değil, Odalar Birliği kontenjanından Komisyonda yer alıyordu. Bunun dışında siyasiler sürekli kendi görüşleri doğrultusunda mütalaa istemeye başlamışlardı. İstekleri de tabii ki yerine getirilmiyordu ve bu durum sıkıntı doğuruyordu. Bu konjonktürde dönemin Maliye Bakanı, sanırım Ziya Müezzinoğlu idi, bu işin sonuçlandırılma zamanı geldi diye düşündü herhalde. Böylece 1972 yılında Komisyonun çalışmaları fiilen sona ermiş oldu.

Kuruluşundan sona erişine kadar olan süreci değerlendirdiğimizde Vergi Reform Komisyonu’nun yerine getirdiği en önemli işlev ne olmuştur?

Vergi Reform Komisyonu, Türk vergiciliğinde çok önemli bir aşamadır, bir dönüm noktasıdır. Komisyon başlı başına bir inancın, bir felsefenin tertipçisidir. Yaptığı çalışmalarla toplumu aydınlatmış. Parlamento’dan gelen sorulara verdiği cevaplarla ve verdiği bilgilerle Yasama organını önemli ölçüde etkilemiştir. Hatta öyle bir durum oluşmuştu ki, Meclisteki Vergi Komisyonu, Vergi Reform Komisyonu’nun görüşü alınmadıkça Meclis’te görüşme yapmıyordu. Bu nedenle zaman zaman Maliye Bakanı dahi Komisyon’a gelerek yapmak istediği düzenlemeler konusunda Komisyon’dan

olumlu görüş almak istiyordu. Vergi Reform Komisyonu 10 yılı aşkın süren çalışmaları sonucunda ülkemizin vergi yapısına yön vermiş ve düzenlemelerin yerleşmesini sağlamış, tüm çalışmalarını tarafsızlık içerisinde sürdürmüş, üyelerinin her biri konusunun uzmanlarından oluşmuş bir komisyondu.

Türk vergiciliğinde ayrı bir görüş ve felsefenin temsilcisi ve savunucusu haline gelen Vergi Reform Komisyonu’nun temel yaklaşımı: 1. Vergiden optimal hasılayı sağlamak, 2. Vergi sistemini sosyal ve ekonomik fonksiyonlarını yerine getirecek şekilde düzenlemek, 3. Vergi kanunlarını kolay, anlaşılır, açık ve basit hale getirmek, 4. Vergi hukukunu demokratik prensiplere göre düzenlemek yönünde olmuştur. Vergi Reform Komisyonu önerilerinde daima mükelleflerin tasarruflarını ve yatıırmlarını vergi yoluyla teşvik etmeyi önemle gözönünde bulundurmuştur. Bu nedenle Komisyon kısa vadede vergi hasılatında azalmaya sebep olabilecek bazı vergi indirim tedbirlerini önermekten de çekinmemiştir. Bunların en önemlileri, yatırım indirimi, hızlandırılmış amortismanın bir türü olan degresif amortisman, ihracatta vergi iadesi, tarıma konulmuş gelir vergisi kapsamının daraltılması gibi hususlardır.

Bu arada özellikle belirtmek istediğim bir husus, Ali Alaybek’in Vergi Reform Komisyonu’nun kurucusu ve başkanı olmasıdır. Ali Bey olağanüstü bir insandı. Ali Bey olmasa Komisyon bu kadar güçlü olmaz, çalışmalar da bu kadar etkili sonuç yaratmazdı.

Vergi Reform Komisyonu’nun çalışmalarını gösteren 6 ciltlik “Vergi Reform Komisyonu Raporları” adlı eser, Komisyon’un faaliyetlerinin günümüzde izlenebilmesi imkanını yarattığı için çok önemlidir. Bu ciltlerin hazırlanması ve yayınlanmasında en büyük çaba Orhan Güreli’ye aittir.

Şu anda faaliyette bulunan ve sizin de başkanlığını yaptığınız “Vergi Konseyi”ni, işlevi bakımından “Vergi Reform Komisyonu”nu ile karşılaştırmak mümkün müdür?

Bugünkü Vergi Konseyi, Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral tarafından kurulmuş olup, Maliye Bakanı’na bağlı bir istişare organı gibi çalışmaktadır. İstişare organı bir yandan Bakan ve Gelirler Genel Müdürü’nün sorduğu sorulara cevap vermekte, görüş bildirmekte, araştırma yapmakta diğer yandan re’sen bazı konuların tartışılması gerektiğini Bakan’a ve Gelirler Genel Müdürü’ne iletmektedir. Bu yapıyı ben kaleme aldım. Görüldüğü üzere bu son derece sınırlı bir çerçevedir. Konsey’in yapısı çeşitli kuruluşların görüşünü almaya yönelik olduğu için üyelerin yapısı da çok çeşitli kesimlerden oluşmaktadır. Oysa Vergi Reform Komisyonu tamamen vergiyle ilişkili kişilerden oluşmaktaydı. Bu kişiler tüm mesailerini Komisyon’un çalışmalarına vermekteydiler. Komisyon’da herhangi bir şekilde gruplaşma ya da başka kaygılar olmuyordu. Çalışmaların başarılı olmasında bu hususun da önemli bir yeri vardı. Ayrıca, Bakanlığı temsil eden Müfettiş ve Hesap Uzmanları Komisyon’daki faaliyeti dışında herhangi bir işle uğraşmıyorlardı. Faaliyetlerin yoğunluğu ve sağlığı açısından da bu gerekliydi. Vergi Konseyi’nde şu anda da Hesap Uzmanları, Maliye Müfettişleri ve Gelirler Genel Müdürlüğü’nden gelenler var, ancak kendi işlerini herhangi bir şekilde kesintiye uğratmıyorlar. Bunun sonucunda da düzenli toplantı yapmak imkansız hale geliyor. Sonuç olarak Vergi Reform Komisyonu ile Vergi Konseyi yüklendikleri fonksiyonlar, yapısı ve gerektirdiği ihtiyaç açısından çok farklı yerdedirler. Vergi Konseyi’nden Vergi Reform Komisyonu’nunki gibi bir misyon beklememek lazım.

http://www.vdk.gov.tr/hukweb/images/hnadaroglu6.jpg
Vergi Dünyası: Ali Alaybek ile uzun yıllar beraber çalıştınız. Biraz kendisinden bahsedebilir misiniz?

Ben yıllarca Ali Bey ile aynı Komisyon’da çalıştım. Ancak, bu iş ilişkisinin ötesinde, kendisi ile çok yakın bir dostluğumuz da vardı. Kendisini evinden arayabilen, evine gidebilen birkaç kişiden birisi de bendim. Kendisi beni derinden etkilemiş bir kişidir. Yıllar önce bir burs ile Paris’e gidecektim. Bu vesileyle benim için bir toplantı düzenlenmişti. Ali Bey de oradaydı. Bir ara beni bir kenara çekti ve “Paris, dünyanın en güzel şehridir, orada gez, eğlen ama sakın cazibesine kapılma, fırsatı değerlendir, doktoranı yap!” dedi ve sevgi dolu bir şekilde kolumdan tuttu, bunu hiç unutmuyorum.

http://www.vdk.gov.tr/hukweb/images/orange.jpg
Ali Bey’in en önemli özelliklerinden birisi dünya nimetlerine karşı son derece müstağni olmasıydı. 1957 seçimlerinde Adnan Menderes kendisini Maliye Bakanı yapacağı vaadiyle listenin başına milletvekili adayı olarak koydu, ancak Ali Bey seçime bir gün kala adaylıktan telgrafla istifa etti. Gerekçesinde, “inançlarım sizinkiyle bağdaşmıyor” dedi. Ali Bey, kendisini sosyal demokrat olarak niteliyordu. 27 Mayıs İhtilali’nden sonra Bonn’a büyükelçi olarak atanması istendi, bunu da işlerini gerekçe göstererek kabul etmedi.

Ali Bey, Fransızca ve Almanca’yı çok iyi bilmekle birlikte, İngilizce’ye de bir ölçüde vakıftı. Evinde çok büyük bir kütüphanesi vardı. Burada çok sayıda Almanca, İngilizce, Fransızca kitaplar vardı. Ali Bey, her gün mutlaka birkaç saat kütüphanesinde çalışırdı. Dünyada vergi ve ekonomideki gelişmeleri çok yakından takip ederdi. Yıllar önce 1957’de üniversite çevrelerinde dahi Keynes pek bilinmezken, Ali Bey İktisat ve Maliye Dergisi’nde Keynes hakkında yazı yazdı. O, bu çapta bir insandı. 1944 yılında zamanın Maliye Bakanı, İstanbul Defterdarlığı’ndan kazanç vergisinin ıslahı konusunda bir çalışma yapılmasını istemişti. Bunun için de bir aylık bir süre vermişti. Defterdar, bu konuda Ali Bey’den görüş istedi. Ali Bey de iki gün sonra “Kazanç Vergisi ıslah edilemez, ancak ilga edilebilir. Yerine Gelir Vergisi Kanunu ikame edilir” şeklinde yazılı cevap verdi. Bu cevap Bakanlık’ta şaşkınlık yarattı. Bunun üzerine Bakan, Ali Bey ile görüşmek üzere İstanbul’a geldi. Ali Bey bu görüşmede Bakanı ikna etti. Ali Bey’in böyle olağanüstü bir öngörüsü vardı.

Ali Bey’in hatırladığım bir özelliği İstanbul’dan ayrılmayı hiç sevmemesiydi. Ankara’ya nadiren, zorunlu olduğu zamanlar giderdi. Bir defasında daha önce bahsettiğim görüşmeler nedeniyle İsmet İnönü’nün Başbakanlığı zamanında gitmişti. Bir defasında da yine Ankara’ya gitmesi gerekmişti. Haydarpaşa’dan trene binip Pendik’e geldiğinde kendisini sıkıntı basmış, trenden inip, Ankara’ya gitmemişti.

Ali Bey, özel yaşamında giyimine kuşamına son derece dikkat eden, çok şık birisiydi. Bunun yanısıra çok iyi bir konuşma yeteneği vardı. İnsancıl tarafı fevkaladeydi. Olağanüstü bilgisine karşın son derece mütevazı ve kibar bir insandı. Kimseyi kırmamaya özen gösterirdi. Bütün bu özellikleriyle de son derece etkileyici bir insandı. Ali Bey sosyal yaşamında da son derece aktif birisiydi. Akşamları bazen Tünel, Taksim arasında gece kulüplerine de giderdi. Çok geniş bir çevresi vardı. Ali Bey’i bir gün bir gazinoda Selahattin Pınar’ı dinlerken, bir başka gün de Atlas Sineması’ndaki bir klasik batı müziği konserinde görebilirdiniz.

Yıllar önce Hesap Uzmanları Kurulu İstanbul Grubu’ndaki Ali Alaybek Kütüphanesi’nin açılışında “O bir efsaneydi” demiştim ve Milliyet Gazetesi de bu sözümü manşet yapmıştı. Bu yıl 25 Mayısta İTO’da Ali Alaybek anısına düzenlenen panelde de aynı sözü şimdiki Maliye Bakanı Sayın Sümer Oral söyledi. Görülüyor ki, O, gerçekten efsane bir insandı.

(*) 1969 yılında baskısı yapılan “Vergi Reform Komisyonu Raporları”na Ali Alaybek tarafından yazılan önsözün tam metni ve Vergi Reform Komisyonu’nun kuruluşundaki ilk üyeleri ile Vergi Reform Komisyonu’nun faaliyetlerine katılan üyelerin tam listesi

Üste geri dön